Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel: “Erdoğan İlk Seçimde Önceki Cumhurbaşkanına Dönüşecek”

07.11.2024

“NORMALLEŞME, LİDERİNİ DE AŞARAK O PARTİNİN SEÇMENİNE ULAŞABİLMEKTİR”

“KAYYUM BELEDİYECİLİĞİ TÜRKİYE’Yİ DÜNYADA PERİŞAN DURUMA GETİRECEK”

“AK PARTİ İLE ARAMIZDA, SEÇİM GECESİ OLDUĞUNDAN DAHA FAZLA FARK VAR”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığına yeniden adaylığına ilişkin olarak, “Aday olsa sanki seçilecek. Neyi ile seçilecek? Bu kadar saçma sapan bir süreçten sonra. Milletin gözünden düşmüşsün, gönlünden düşmüşsün. İnsanlar yoksul, aç, perişan. Ayrıca bu ülkenin 40 bin kişisi bu terör belası yüzünden canını vermiş. Nasıl olacak şimdi? Nasıl olacak da ‘Biz Abdullah Öcalan ile konuştuk, bilmem ne.’ Hadi bir daha aday olsun. Onu da becerdik, bir şekilde anayasayı değiştirdik. Biz orada yokuz. Bir daha söylüyorum. ‘Erdoğan aday olacak, seçilecek’. Bu ne özgüven ya… Siz 31 Mart’ta milletin attığı tokattan ders almak yerine halen daha dikine dikine gidiyorsunuz. Milletin seçtiklerine kayyum atıyorsunuz. 12 bin liralık emekli maaşı, ocak ayında 10 bin lirayken 25 kilo dana kıyma alıyordu. 12 bin 500 yaptılar, 17 bin yapılması gerekiyordu. Şu anda 20 kilo dana kıyma alıyor. Asgari ücret 17 bin liraydı. Bugün satın alma gücü olarak ocak ayının 10 bin lirasına düştü. Siz bu millet bu haldeyken ‘Erdoğan’a bir daha hak olsun, seçilecek.’ Bu böyle yani tuhaf bir özgüven de değil ya. Bir algı yönetimi yani. Nereye seçilecek? İlk seçimde Erdoğan diye bir şey yok. Erdoğan ilk seçimde önceki cumhurbaşkanına dönüşecek, o kadar” ifadesini kullandı.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Sözcü TV’de yayınlanan Arena programında gazeteci Uğur Dündar’ın sorularını yanıtladı.

“KURULTAYDAN SONRA BİR UMUT DALGASI YÜKSELMEYE BAŞLADI”

Özel, ‘Genel Başkanlığınız süresince pişmanlık duyduğunuz bir olay hatırlıyor musunuz?’ sorusuna “Şüphesiz tabii hani böyle olaylar vardır da 47 yıl sonra partinin birinci parti olduğu bir sürecin birinci yıl dönümünde ilk olarak pişmanlık duyduğum bir şeyi konuşmak yerine memnuniyet duyduğumuz güzel şeyleri, bu salonda yaşadıklarımızı konuşmak daha keyifli olur” dedi. Özel, “Şöyle bir şey yok, parti kurultaydan hemen önceki son anketlerde, biz bu hafta sonu grubumuzla bütün detaylarıyla paylaştık. Altı firma abonelik sistemine göre çalışan, hiçbir partinin bağlantılı olmadığı, altı bağımsız firmanın bir yıllık, bir buçuk yıllık ortalamalarını inceledik ve raporladık. Arkadaşlar bunu hazırlamışlar. Biz, hatırlarsınız kurultay öncesi sizinle yaptığımız programlarda sorumluluk almaya kendimi mecbur hissettiğimi çünkü seçmende bir duygusal kopuş olduğunu, böyle yerel seçimlere gidersek bir büyük felaketin bizi beklemekte olduğunu söylemiştim. Şu anda takip ettiğimiz firmaların o günkü anketlerine döndüğümüzde altı firmanın ortalaması kararsızlar dağıtılmadan yüzde 13. Kararsızların dağıtılma yöntemiyle en lehimize yöntemle dağıtıldığında yüzde 19, partinin oyu vardı. Ardından hep birlikte inceledik hafta sonu, yüzde 19 hatta en lehimize yöntemle, orada o kararsızın bize döneceği de belli değildi. Çünkü büyük kısmı bizden gitmiş seçenlerden. Görünen yüzde 17’lerde falandık. Bütün milletvekillerimizle birlikte inceledik o altı firmanın anketlerini. Kurultaydan sonra bir umut dalgası yükselmeye başladı. Bu oylar hızla toparlandı ama adaylar belli olup adayların belirlendiği aynı durgunluğumuz var çünkü içe kapanmışız” ifadesini kullandı. Özel, şunları kaydetti:


“BUNUN KAYBEDENİ OLMAYAN BİR SEÇİM OLDUĞUNU SÖYLEMİŞTİK”

“Adaylar belli olup sahaya çıkıp 105 miting yapıp özellikle adayları sahada izlediğimiz anketler iyi gelmeye başlayıp, benim çıkıp ‘Balıkesir'i, Bursa'yı, Manisa'yı Denizli'ye alıyoruz. Afyon'u alıyoruz, Uşak'ı alıyoruz, Kütahya'yı da alıyoruz. Ege'deki tüm şehirleri alıyoruz. Amasya'yı alıyoruz, Kırıkkale'yi alıyoruz. Emin olun Kilis’i bile alıyoruz’ deyip artık alay konusu olmuştuk. O özgüvenin bütün örgüt tarafından hissedilmesiyle ki bu MYK'mızın iki ayda bir toplanan PM'nin iki ayda 12 kere toplanmasının, milletvekili grubumuzun, 43 yaş ortalamasındaki PM'nin 46 yaş ortalamasındaki MYK'nın, çok genç dinamik bir ekiple tecrübenin bir araya gelmesinin duyduğu heyecan seçmene geçtikçe Mart ayında artıyor ve 31 Mart akşamı sizin oturduğunuz yerdeki kürsüden saat dokuz sıralarında bu salondan TRT'ye yaptığımız sürprizi açıklamıştım. Ben seçim sırasında bizim hiçbir mitingimizi vermeyen TRT'ye ‘Sana bir sürprizim var bekle’ demiştim ve dedim ki ‘Sandıklar açıldı 47 yıl sonra Cumhuriyet Halk Partisi TRT ekranlarında birinci partidir. İşte sürprizim budur’ dedim çünkü görüyordum. Ayrıca burada yaptığımız teşekkür konuşmasında kaybedeni olmayan bir seçim olduğunu Türkiye'nin kazandığını, Türkiye İttifakı'nın kazandığını söylemiştim ve seçim boyunca renklerini ay yıldızlı al bayraktan alan Türkiye İttifakı'nın, Milli Takım gol atınca hep birlikte ayağa kalkanlardan Filenin Sultanları göndere bayrağımızı çektirirken hep birlikte gırtlağı düğümlenenlerden oluştuğunu söylemiştik. Ve o akşam ben Türkiye İttifakı'na teşekkür ederek söze başladım sosyal demokratların yanında milliyetçi demokratlara muhafazakar demokratlara ve Kürt demokratlara teşekkür ederek başlamıştık.”

“SEÇMEN TOPARLANDI, SANDIĞA YÜZÜNÜ DÖNDÜ”

“O muhteşem bir geceydi. Bu bir yıl içinde en hoşunuza giden şey neydi derseniz şimdi onu daha da böyle güzel hatırlıyoruz ama bütün herkese en keyif veren şey şuydu. Büyük bir başarının geldiğini gördük. Yani değişimle beraber seçmen toparlandı. Sandığa yüzünü döndü. Siz de zaten onu yayınlarınızda söylediniz. Bir kez daha sandıktan umutlandı. Başarıya inandı ve o inanmayla bu sefer biz de üç altın kural uyguladık. Gençlere güvendik, kadınlara güvendik ve bilime güvendik. Ölçme değerlendirmeye güvendik. Doğru yöntemle doğru adaylar belirledik. Birazcık seçmenin gönlünde artık istirahat etmesi istenen arkadaşlarımıza istirahat verdik. Biraz beklemesi gerekenleri beklemeye aldık. Gençlere, kadınlara ama seçmenin memnun olduklarını da başımız gözümüz üstünde, büyük bir memnuniyetle adaylaştırdık. Orada hiçbir şey ayırmadık, yani Kurultay'da bizi desteklemiş’ başkasını zaten öyle bir şey felaket getirirdi. Ve bu birlik ve bütünlük halinde yürüdük. En keyiflisi şuydu, bizim bu partide en emektarlarımız sandık görevlilerimiz. Onlar her seçim akşamı şöyle mesajlar alıyorlardı. ‘Efendim kötü haberler alacaksınız, TRT'ye inanmayın. Efendim Anadolu Ajansı'na inanmayın, moralinizi bozmaya çalışıyorlar. Seçimi kaybettiğimizi söylüyorlar. Sandıkları terk etmeyin, son ıslak imzalı tutanağı alana kadar mücadeleye devam edin.’ O sefer sandıklar kapanmadan ben yazdırdım SMS'i. Ve sandıklar kapandıktan makul bir süre sonra, daha böyle sayımlar yeni başlamış veya biraz ilerlemiş. ‘Değerli sandık görevlimiz, birazdan Türkiye'nin her yerinden çok güzel haberler alacaksınız. Sakın sevinç gösterisi yapmak için görevinizi aksatmayın. Son ıslak imzalı tutanağı alıp teslim etmeden görevinizin başından ayrılmayın.’ Bana diyor ki sandık görevlileri, ‘Hayatımda aldığım en iyi mesaj. Çünkü hep kötü olacak moralini bozma, inanma onlara biz kazanacağız’ deyip. Bir de sonunda da hüsranlar yaşanmışken hep birlikte yaşadık o üzüntüleri. Bu sefer Türkiye'nin dört bir yarınları iyi haberler alacaksın, iyi haberler geliyor. Başaracağız ama sakın bu coşkuyla orayı bırakma demek çok keyifli, kazanmak güzel şey.”

“BU PARTİ BAŞARMAYI BAŞARACAK DİYORDUK”

“Ama açık söyleyeyim en en en güzeli de tabii ki bütün herkese de şu çağrıyı yaptık. Siz kazanırken bir kaybedenin olduğunu bilin. Yıllarca köylerde kapılarımızın önünde davul çaldılar sabaha kadar. Adaylarımızın evinin önünde ilçelerde, beldelerde halaylar çekildi, alaylar yapıldı. Dedik ki bunları yapmayın, mümkün olduğu kadar sessiz sevinin ve erkenden yatın, yarın çalışmaya başlayacağız. Ama tabii bir anda bu parti yapıldığından beri bir seçim akşamı asla partinin önü öyle dolmamıştı. İlk kez bu parti binasının bahçesi, buraya gelen yollar ana yola kadar insan dolu. Dediler ki ‘Doldu millet, bir şey yapman lazım’. Ben aslında konuşmamı yapıp sükunet telkin edip yarından itibaren iktidar için çalışıyoruz demiştim. İlk önce ya rica edelim, bir baktık ki yani öyle bir kalabalığa mutlaka konuşmak lazım. İndik gece 12'ye doğruydu, bir de düşündüm. Yıllarca şu uzaktaki AK Parti'nin balkonundan hitap edip tezahürat seslerini duymuşuz. Bu kadar insan gelmiş, gidelim onlara bir konuşma yapalım. En keyifli tarafı şu, otobüsün üstünde hep iki belediye başkanımız olurdu Ankara'da. 15 belediye başkanı var, Mansur Yavaş var, 16 belediyeyi kazanmışız. Herkesin yüzü gülüyor. İnanılmaz bir coşku, inanılmaz bir tezahürat. Ve şöyle bir şey yaptım, binayı gösterdim, ‘Işıklar yanıyor’ dedim. Çünkü hep onlara şu sözü vermiştim. Biz seçim akşamları bu partinin ışıklarını ilçede de olsa, beldede de olsa, ilde de olsa, genel merkezde de olsa sabaha kadar yanacak bizim iktidarımızda, bizim yönettiğimiz partide ve bu parti başarmayı başaracak diyorduk. En keyifli an bence o andı.”

“DEMEK Kİ TÜRKİYE BİR KERE DAHA KURTULMUŞTUR”

“Zaten hep birlikte partinin yanan ışıklarına bakmak kadar keyifli bir şey yoktu. Ben o kadar çok insanın birlikte ağladığını hem de bu kadar mutlu bir günde birlikte ağladığını ilk kez gördüm. O kadar çok gözyaşını ilk kez gördüm. Muhteşem bir şeydi. Bugünlerde yaşadığım büyük keyif de şudur, büyük gurur. Seçimin ertesi günü hiç uyumadan Ecevit'in mezarı başında anmasına gitmiştim. Çünkü rahmetli Ecevit 5 Kasım günü vefat etti. Ve geçen sene seçildikten sonra, zaten sabaha karşı seçildik, il başkanlarımızı topladık sabah kahvaltısında. Hiç uyumadan gitmiştim. Oradaki konuşmamda demiştim, bu senede oradaki herkes o geçen seneki konuşmayı hatırladı. ‘Sayın Genel Başkanım’ dedim, ‘Sizin 1970'lerde yaptığınız dünyadaki rüzgarları doğru okuyup, Türkiye'de seçmene doğrudan ulaşacak bir dil kurup, her siyasi görüş,’ Türkiye'de siyaseti o zamanda kutuplaşma var, ‘Her siyasi görüşten işçiye, memura, esnafa konuşabilip, sesinizi duyurup, solla sosyal demokrasiyle kitleleri tanıştırdınız. Ve girdiğiniz liderliğinizde girilen iki yerel, iki genel seçimden parti birinci çıktı. Seneye buraya geldiğimde, girdiğimiz ilk seçimden birinci çıkmış olan bir genel başkan olarak gelmeyi umuyorum, bunun sözünü veriyorum’ demiştim. Bir yıl sonra o sözü tutmuş olarak gitmek çok önemli benim için. Sözün ikinci kısmı şu. Ecevit başkanlığında girilen ikisi yerel, ikisi genel tüm seçimlerden birinci parti çıkıldı. Dört seçimden de. Şimdi önümüzde bir genel seçim var. Ben o genel seçimden de Cumhuriyet Halk Partisi'ni birinci parti ve iktidar yapan kadroların genel başkanı olarak bir kez daha elbette Ecevit'e, elbette İnönü'ye, elbette Deniz Bey'e ama en çok da Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün huzuruna varıp ‘Genel Başkanım partiniz 100 yıl sonra yeniden iktidardadır demeyi, Anıtkabir Anı Defteri'ne ‘Size verdiğimiz sözü tuttuk. Bundan sonra hedef muhasır medeniyetleri yakalayıp aşmaktır’ yazmayı, hayatımdaki en büyük hayal o yazıyı yazıp o imzayı attıktan sonra artık siyasette hiçbir hedefim yoktur. Hatta bu hayatta hiçbir hedefim yoktur. Evladımın sağlığı, eşimin sağlığı, sevdiklerimin sağlığının dışında o imzayı atayım bana yeter. Çünkü demek ki Türkiye bir kere daha kurtulmuştur.”

“ZAMAN HEP BİZİ HAKLI ÇIKARDI”

“Öz eleştiri de yapalım. Mesela yanlışlar olmaz mı? Şimdi şöyle bir şey anlatayım. Siz de Ayvalık'ı severseniz, Cunda'yı severseniz birlikte programlarımız oldu. Bir Ayvalıklı dostum var benim. Zeytinyağı üretiyorlar. Böyle aileden kalmış 150 yıllık zeytin ağaçları var. O ağaçlardan böyle çok kaliteli niş zeytinyağı üretip dünya pazarına satıyorlar falan. Bir aile şirketi, çok köklü bir aile şirketi, 100 yıllık bir şirket. 100 yıldır bu işi yapıyorlar. Yurt dışına gitmiş İtalya'da bir gıda fuarında. Kendi yaşı yaşına dek kendi gibi üçüncü kuşak bir balzamik sirke üreticisi ile karşılaşmış. Biraz sohbet etmişler. Demiş ki ‘Balzamik sirke üretmek zor mu’? O da demiş ki ‘Yok zor değil. İlk 50 yılı zordur. Sonrası kolay’. Şimdi Cumhuriyet Halk Partisi'nin genel başkanlığı, ilk bir yıl ve elbette zorluklar, eksiklikler, hatalar olmaması mümkün değil. Siyaset sözle yapılan bir iş. Siyaset insanla yapılan bir iş. İnsan varsa ve söz varsa elbette hata olur. Olmaması mümkün değil. Pişmanlıklar hatalar var. Birçok süreci çok doğru yönettik. Hatay’a o kadar çok titizlendik ki o kadar çok aman hata yapmayalım dedik ki o müteredditlik doğru adayı belirleme noktasında Hatay’ın duygularını doğru okuma noktasında doğru işleri yapma noktasında eksik kaldık. Hatay’ı, süreci yeterince doğru yönetemediğimiz için kaybettik. 2 bin oyla kaybedildi, kaybedilmedi. Elindeki belediyeyi tamam hile oldu itirazlarımız kabul edilmedi. Vali, il başkanı gibiydi falan mazereti yok Hatay’ı kaybetmeyeceksin. O büyük üzüntüm. Daha böyle minör bir şey söylüyorsanız da kendi adıma Dilruba kardeşimiz yaptığı bir sokak röportajından içeri girdi. Ben kendisini cezaevinde ziyaret ettim. Ona dedim ki ‘Çok yakında serbest kalırsın.’ Ve çıktığında ‘Sözlerimin arkasındayım ama sözlerimi öyle çarpıttılar ya da sözlerim öyle bir yerlere gitti ki AK Partili seçmenlerin kalbinin kırıldığını görüyorum. Onlar hakkını helal etsinler’ diyerek başla dedim. O da çok uygun karşılamıştı bunu. O aslında Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu bir şeydi. Çünkü gencecik bir kadını şeytanlaştırdılar. Onun niyetinin o olmadığı maksadını aştığı belli ama o sözleri duyan bir AK Partili'nin de gönlünün kırılması da çok normal bir de onu öyle bir servis ettiler. Hem de Dilruba böyle şey olsun da istemedim. Bu kısmı doğruydu. Saatler sonra serbest kaldı. Yatarı olmayan bir suç falan. Ana muhalefet lideri de gidince zaten beş gün sonra serbest kalacaksın, o gün kaldı. Bu işin doğru tarafı. Ama o gün fuar açılışı var konuşma yapacağım. Bir baktım yanımdaki boş bir koltuk, ‘Size bir sürpriz var’ dediler. Yanıma geldi oturdu. AK Parti’ye hakaret ettiği düşünülen birisinin protokolde oturması ve sözlerini düzeltmeden oturmuş olması yanlış oldu. Gönül kırdı. O yanlışa ortak olmuş oldum. Mesela o da yanlış. Ben ‘Dilruba yanımda oturamaz’ filan öyle bir şey demiyorum. Keşke bir vakit olsaydı. Dilruba, cezaevinden çıkmış, bana sürpriz yapacaklar, bir araç alıp getirmişler, yanıma oturttular. Sakin sakin bir evine gitseydi, sakin düşünseydi, gazeteciler soru sorduğunda o bir seçmenle helalleşseydi, sonra gelip en başköşeye otursaydı. Protokolde ne işi var anlamında demiyorum. Ama o söylem düzelmeden ki o şey gerçekten yanlış oldu. O da bizim sahadaki acemiliğimiz oldu. Orada orayı kontrol ediyor. Çok iyi niyetli il yöneticileri, belediye yöneticileri. ‘Bak Özgür Başkan geldi, Dilruba’yı bıraktılar. Hadi alalım yanına oturtalım’ derken, siyaset sembollerle yapılan bir iş. O çok sembolik bir davranış gibi oldu. Sanki o söylemleri sahipleniyormuşuz gibi. Sonra ben ne desem boş. Biliyorsunuz o iş öyle oluyor. Onun dışında hata olarak gördüğüm bir şey yok. Bazen yanlış aksettirilen, yanlış anlaşılan işler oldu ama zaman hep bizi haklı çıkardı. Zaten seçimden beri altı firmanın altısının ortalamasında hala CHP birinci parti.”

“AK PARTİ İLE ARAMIZDA, SEÇİM GECESİ OLDUĞUNDAN DAHA FAZLA FARK VAR”

Özel, aradaki puan farkının kaç olduğuna ilişkin soruya, “Şu anda herhalde 2,5 puan filan. Yüzde 38 alırsınız. Bu 38’in içinde adayı olmayan partiler, partisinden ümidi olmayanlar, bizim parti nasılsa kazanmıyor, AK Parti kazanmasın diye oy verenler, bizim parti kazanmıyor, AK Parti gelirse sıkıntıya düşeriz diye düşünenler, ideolojik olarak AK Parti kaybetsin isteyenler oy verir, 38 alırsınız. O süreci doğru yönettik, aldık. İş o 38, bu Pazar seçim olsa kime oy verirsin dediğinde, dönüp sen biz beş parti yüzde 25 almışız 10 ay önce. Yüzde 22’lere, 23’lere düşerse onu ne kadar yukarı tutabildiğin önemli. Ben o anlamda yüzde 30’un üzerindeki, 32, 34, 34,5’lu rakamları çok kıymetli buluyorum. Şu anda da AK Parti ile aramızda, seçim gecesi olduğundan daha fazla bir fark var. Bu da çok önemli. Biz seçimden beri bir başarıyı hep korumuşuz, bir tek Eylül ayında düşmüşüz biraz. Hatta iki firmada geriye de düşmüşüz. Eylül ayında ne yaptık derseniz, Eylül ayında kurultay yaptık. Şunu söyleyeyim, tam ortasından kitabın. Benim ve partimin kelime bulutları çıkarılıyor. Biz teknolojiden eskiden olduğuna göre çok daha fazla yararlanıp, buna çok, örneğin anket bütçesi eskiden yüzde yarımken, şimdi yüzde 17. Ölçme ve değerlendirmeye ayrılan para. Belli yerlerden tasarruf ediyoruz. Mitinglerde sahne kurdurmuyorum. Otobüs üstünden konuşuyorum. Dünya para o sahne kuruluşları bilmem neleri. Ama örgütlere katkı sağlıyoruz. Örgütlere verdiğim sözleri tutmaya çalışıyorum. Ölçme ve değerlendirmeye katkı sağlıyoruz. Ama kaynak buluyoruz, kaynak aktarıyoruz. Meselenin özünde bir gerçek var dijital altyapı, yapay zeka sürekli belli şeyler yapıyor. Mesela bir ay boyunca ben partimde konuşan herkesin ne konuştuğunun, kelimenin ne kadar çok tekrar edildiyse o kadar büyük kelime bulutları oluşuyor. ‘Bir ayda bunları konuştunuz’ diyor. Benim mesela Temmuz kelime bulutum muhteşem. Asgari ücret, zam, geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı, emekliler” ifadesini kullandı.

“SOKAKTA KARŞILIĞI OLMAYAN BİR TARTIŞMANIN DELEGEDE DE KARŞILIĞI OLMAZ”

Özel, “Ekonomik tabloda CHP ile iktidar arasındaki oy farkının daha açık olması gerekmez mi?’ sorusu üzerine, “Gerekir, gerekir ama bunu nasıl yapacağımızı konuşmak lazım. Biraz önce söyleyeceğim şey tam da buna dair bir şeydi. Ağzımızdan çıkan kelimelerin toplamına kelime bulutu diyoruz. Temmuz’daki kelime bulutumuz, zam gelmedi ya asgari ücrete, asgari ücret, zam, emekli, emekçi, hayat pahalılığı, enflasyon. Haziran ondan farklı değil, Mayıs ondan farklı değil. Ekim ondan farklı değil. Ama Eylül ayı kelime bulutumuz kurultay. Ön seçim, delege, oy, parti içi rekabete dair her şey. Oysa ki o kadar da iyi bir kurultay geçirdik. 81 il başkanının 81’nin kenetlendiği, 1200-1300 delegenin birden kenetlendiği ve sadece 36 karşı oya karşı en tartışmalı maddenin bile geçtiği, genel başkanın, genel merkezin ve 81 il başkanımızın sahiplendiği bir büyük mutabakatla partiyi nasıl yöneteceğimize karar verdik. Bu durumda dahi partinin oyu düştü. Neden? İnsanlar Cumhuriyet Halk Partisi’nden kurultay, delege, seçim, ön seçim, delege, vırt, zırt duymak istemiyor. Duymak istediği biraz önce sizin söylediğiniz mesele. O yüzden nasıl olacak? Büyük bir mutabakatla olacak. Hep birlikte bu meselenin hayat memat meselesi olduğunu, vatandaşın geçim sıkıntısını hep birlikte anlatmanın, basit bir dille anlatmanın, anlaşılır şekilde anlatmanın ve o insanların yoksulluğunun, işsizliğinin, asgari ücretin yetmemesinin, emekli maaşının süründürüyor olmasını basit bir şekilde anlatıp, hep birlikte, bir ve bütün halinde aynı şeyi savunmamız lazım. O yüzden parti içi tartışmalar, yok efendim artık zaten öyle bir sıklet merkezi olmadığı da açıkça ortada, sokakta karşılığı olmayan bir tartışmanın delegede de karşılığı olmaz, bir başka yerde de. Bu işleri bir kenara bırakıp hep beraber, bütün üyelerimizle, var gücümüzle halkın gerçek sorunlarını konuşuyor olmamız lazım” ifadesini kullandı. Özel, şunları kaydetti:

“PROGRAMIMIZI BU ALTI AYLIK SÜREDE HAZIRLIYORUZ”

“Bakın size bir küçük örnek göstereyim. Şimdi bunun bir benzerini, bu biraz daha basitleştirilmiş halini örgütümüze milyonlarca, neredeyse her haneye girecek kadar dağıtıyoruz. Bakın burada hiç şaşmayacak bir hesap var. Altın hesabı, çeyrek altın. 2002 yılında en düşük emekli maaşı 8 çeyrek altın alıyor. Şimdi 2,5 çeyrek altın alıyor. Emeklinin aylık kaybı 5,5 çeyrek altın. Asgari ücret, 2002’de Tayyip Bey geldiğinde 7 çeyrek alıyor, şimdi 3 çeyrek alıyor. Kayıpları 4 çeyrek altın. Öğrenci bursu o zaman 1,5 çeyrek alıyor. Şimdi ‘çeyrek’ çeyrek alıyor. Aradaki fark 1,25 çeyrek altın. Bu broşürün Türkiye’de girmediği ev bırakmayacağız mesela. Bunu üyelerimiz ellerindeki dövizlerle, pazarda, işçi servisinde, ev gezmesinde, kahvede, her yerde somut ekonomik meseleleri anlatıp, sonra bunun Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında ne hale geleceğini anlatacağız. Aslında biz partiyi nasıl yöneteceğimizde artık mutabıkız. Ülkeyi nasıl yöneteceğimiz noktasında programımızı, hükümet programına revize ediyoruz. Hem çağı yakalayan, programımız yazıldığı günler için çok doğru ama şimdi yaşlandı. Çağı yakalayan hem umut veren, hem her konuda kısa, net ve açık. Tarımda ne yapacaksın, milli eğitimde ne yapacaksın, ekonomide ne yapacaksın, ülkenin yönetim sisteminde, parlamenter sistemden vaz mı geçtin yoksa diyorlar. Parlamenter sistemi nasıl kuracaksın? Her alanda en anlaşılır, en net, en kararlı şekilde programımızı bu altı aylık sürede hazırlıyoruz.”

“SOKAKTA ÇEVİRİP ALNIMIZDAN ÖPÜYOR VATANDAŞ BİZİ”

“Bunu 81 il, 973 ilçede partililerimizle olduğu kadar daha çok partimizin dışında meslek örgütleriyle, ziraat odaları, esnaf odalarıyla, sokakta halkla, kanaat önderleriyle bunların hepsini konuşuyoruz. Bir hükümet, iktidar programına doğru gidiyoruz. Motivasyon eğer halkın gerçek sorunlarını konuşmak olursa bu partinin önünde kimse duramaz. Tabii ki ben AK Parti’nin bugünlerde işte bizden 2 puan halen daha nasıl geride, keşke 5 puan, bence 10 puan olsun. Ama bir gerçek var. Her şeye rağmen, AK Parti’nin yıllar sonra o kadar çok hayat pahalılığı varken, o kadar kriz varken yine de yıllarca hep birinci parti olduğunu ve CHP’den 14 puan fazla aldığına şaşırıyorduk. Şimdi yakaladık, geçtik. 2 puan fark az değil mi diyoruz. Artıralım. Büyük bir mutabakatla hep birlikte çalışırsak bu iş olacak. Bir de belli direnç noktaları var. Şu anda o direnç noktalarından bir tanesindeyiz. O direnç noktası, AK Parti’nin yüzde 30’un altına inip inip çıktığı, kararsızlar dağıtılınca çıktığı bir direnç noktası. Kararsızların kümesine baktığınızda öyle çok AK Parti’ye dönme niyetinde değiller. Yoksullar, ev kadınları, işçiler, gençler, yeni seçmenler kararsız. Onların karar verecekleri gün, 31 Mart’ta bizden yana karar verdiler. Ümit ediyorum yine olacak. Ama onların kolay karar vermesi için onlara CHP’nin kendini çok doğru anlatması lazım. Onun için de CHP’nin gerçek, halktan yana yüzünü onlara dönmesi ve anlatması lazım. Bunun için benim motivasyonum tam. Yöneticilerimin tam. Hafta sonu iki gün kamp yaptık. Kamptaki birtakım yalan haberlerle tabii saray, Yeni Şafak ne yazacak? ‘Efendim 60 milletvekili konuşmuş, 55’i Özgür Özel’i eleştirmiş’. Büyük yalan, bütün arkadaşlar orada. 18 arkadaşımız belli hususlarda endişe ve eleştirilerini dile getirdi. 17’sinin konuşmasının son cümleleri birlik ve beraberlik. Böyle eleştiri baş tacı. Ama birilerinin partiyi yıpratmak adına her türlü yalanı, her türlü dolanı göze alan, birtakım kötücül, partili de değil adamlar. Son seçim bize oy vermemiş, başka bir ittifaka oy istemiş, ikinci turda ‘ikisine de oy yok’ demiş. İstihbarattan mı besleniyor, saraydan mı nemalanıyor belli değil. Tutmuş Cumhuriyet Halk Partisi’ne muhalefet cephesiymiş gibi sosyal medya paylaşımları, bir gecede 4 bin troll saldırıları, her paylaşımın altına kötü yazmalar, bilmem neler. Sahaya bir bakıyorsun, adamlardan eser yok. Sokakta daha bugün kameralara yansıdı. Sokakta çevirip alnımızdan öpüyor vatandaş bizi. O noktada Cumhuriyet Halk Partisi ve sokakta çok güçlüyüz. Bu gitgide iyiye gidecek. Şundan emin olun. O demin söylediğim, o kelime bulutlarında, o kelime bulutları ağzımızdan çıkan kelimelerin toplamı. Bir ay sonra sen bu gökyüzüne bütün CHP’lilerin ağzından halkın gerçek sorunları ve çözüm önerilerini söyleyebildiysen, onu duyurabildiysen, emin ol bu seçimi kazanacaksın. Bundan yana en ufak şüphem yok. Ayrıca AK Parti’nin aldığı, işte diyelim ki 31 de aslında doğrudan AK Parti diyen yüzde 23. Çok ciddi bir kararsızdan payına düşen. Oysa ki eskiden onlar AK Parti’de olup, AK Parti’den kopmuş seçmenler. Bakıyorlar. En çok da neye bakıyorlar biliyor musunuz? 31 Mart’ı kazanan CHP, belediyelerde başarılı mı? Ölçtürüyoruz ve ilk altı ay sonuçları geldi. Yakında hem başkanlarımızla paylaşacağız, hem yetkili kurullarımızla. Halkımız zaten kendisi de hissediyor.”

“HER TÜRLÜ KISITLAMALARA RAĞMEN CHP BELEDİYECİLİĞİ TEVECCÜH GÖRÜYOR”

“Belki şu birinci, bu ikinci değil ama başkanlarımızın başarılarını nasıl çıtayı yükselttiği… Beklediğimden iyi. Geçen hafta tamamlanan altı büyükşehrimizin anketinde, bu hafta da yine bir sekiz tanesininki tamamlanacak. Seçildiğinden kötü olan hiç yok. Altıda altı. En az iki puan üstüne koyan var, 11 puan üstüne koyan var. Acayip bir CHP belediyeciliği… Bütün kısıtlamalara, bütün iftiralara, bütün her türlü kısıtlamalara rağmen CHP belediyeciliği teveccüh görüyor. Neden görüyor? Bu söylediklerim büyükşehir. Ama biz altı ayda, beldelerde biliyorsunuz yapılamaz yani, 2 bin kişinin hepsini arayıp anket olmaz. 50 bin nüfusun üzerindeki bütün belediyelerimizin ilk altı ayını ölçtürüyoruz. İlk altı ayındaki performansını, mahalle mahalle kırılımlarıyla, cinsiyet kırılımları, son seçimde verdikleri parti tercihlerine göre kırılımlarıyla başkanlarımızın önüne koyacağız. Karneyi alacak, ikinci altı ayı ona göre planlayacak ama beklediğimden çok iyi. Ben seçildiler ama insanların beklentisi yüksektir, ilk altı ayda bu kadar borçla devralmış belediyeler bir şey yapamıyordur filan korkum vardı. Geçi arkadaşlar ne cansiperane gayret gösterdiğini görüyorum. O seçimlerde inanıp da birebir sonucu çıkan yöntemle, yani kati yöntemiyle, altı firmanın hangisinin yapacağı belli olmadan yapılan, soruların ve sonucun bizim tarafımızdan değerlendirildiği, anketörün yapay zeka ile dijital dinlemesiyle denetlendiği yöntem ilk altı ayda altı büyükşehir belediyemizde, geçen hafta ölçülen ve bu hafta da sekizi ölçülüyor. Seçildiğinden kötüye giden hiç belediyemiz yok. Hepsi iyiye gitmiş. Bu açıdan iyi. Bir, belediyeyi nasıl yönetiyorlar. İki, bu Cumhuriyet Halk Partisi kazandı 31 Mart’ı, havaya giriyor mu? Şımarıyor mu? Küstahlaşıyor mu ya da zafer sarhoşluğu ile ona oy verenlerin gönlünü kırıyor mu, kırmıyor mu? Ona bakıyorlar. Bu konuda da çok çok samimi olmamız lazım. Ben bizim hiç böyle insanlar olmadığımızı biliyorum ama bu duygunun karşıya geçmesi lazım. En büyük gayretimiz budur. Biz halkın gerçek dostlarıyız. Biz bir seçim kazandık diye havaya girmek, eşi dostu, belediyelere doldurmak, ihalelerle bilmem ne yapmak, bu işler Cumhuriyet Halk Partisi belediyeciliğinde yok. Olamaz. Gördünüz ilk altı ayda ufak tefek akraba atamaları duyulduğu anda bizzat telefonla arayarak, bir tane bırakmadım. Bir tane. Her birini. Öyle çok büyük şeyler de olmadı. Orada bir tane, orada iki tane, burada bir tane. Gökan Bey ben arayana kadar aradıysa aradı. Yoksa ben kendim de aradım. Gökan Zeybek, Yerel Yönetimlerden sorumlu. Gökan Bey de çok yüksek konsantrasyonla, çok teknik çalışan, belediyeciliği çok iyi bilen bir arkadaşımız. O anlamda gayet iyi gidiyor. Ama tabii şu var. İktidar partisi bizim belediyeleri başarısız gösterebilmek için elinden gelen her kötülüğü de yapıyor. Onun da bilinmesini isterim.”

“81 İLİ DEFALARCA ZİYARET EDEN BİR ANLAYIŞIMIZ VAR”

Normalleşme adımlarının devam edip etmeyeceğine ilişkin soruya yanıt veren Özel, “Biz santim santim ölçtürüyoruz her şeyi. Normalleşme lafının. Yumuşama diye bir şeyi asla kabul etmem. Kim kime yumuşamış. Tayyip Bey iki kere kullandı o lafı. Muhalefetin yumuşamasıdır. Öyle bir şey bekliyorlarsa çok beklerler. Bir kere şunu söyleyeyim. Hatta iki rakam söyleyeyim. Birinci yılın sonundayız. Bir yılda 46 Manisa’yı da katarsanız, 47 kente. 46 kente 193 ziyaret yapmışım. 360 günün 193’ü Ankara dışında bir kente ziyaret yapmışım. 112 halk buluşması, büyük miting yapmışım. 9 tematik miting yapmışım. Buğdayından fıstığına, üzümünden fındığına, tematik mitingler, atanmayan öğretmeninden emekçi mitingine, emekli mitingine. Yedi dış ülkeye ziyarette bulunup, Türkiye ile ilgili çok önemli mesajlar vermişim. Kıbrıs’a gitmişim, Bosna’ya gitmişim. Yurtdışına gidip Filistin’i savunmuşum. Yurtdışına gidip Kıbrıs’ı savunmuşum. Ayrıca Sosyalist Enternasyonal’in, Pedro Sanchez’in İspanya Başbakanı, Başkan Yardımcılığına seçilmişim. Örneğin bugün Eskişehir’deydim, yedinci kez Eskişehir’e gitmişim. İlk seçimde Yılmaz Büyükerşen’in yerine genç bir kadın adayımız var. İlk başlarda anketler biraz daha yakınken dört miting yaptım Eskişehir’de. Dört kez gittim Eskişehir’e. Seçimden sonra da üç kez gitmişim. Gitmediğimiz iller de örneğin altı tanesi daha Güneydoğu gezisinde planlıydı, gidilemedi, yoksa rakam 52 olacaktı. Karadeniz’e gideceğiz. Yedi il birden. 81 ili defalarca ziyaret eden bir anlayışımız var. Bir mitingde bir sözümüzü sakınmamışız. Bu mu yumuşak siyaset, yumuşak muhalefet? Normalleşmenin isim babası benim” ifadesini kullandı. Özel, şunları kaydetti:

“KİN GÜTMEK BANA DÜŞMEZ”

“Ben 31 Aralık günü Erdoğan beni aramadığı için, genel başkan seçildiğimde beni arayan genel başkan örneğin Sayın Bahçeli aramıştı. Oyumuzun bizden daha düşük olan, 17 partinin genel başkanı aradım. Bir tek Erdoğan’ı aramadım. Partisinin beni arayan en üst yetkilisi olan grup başkanını aradım. ‘Partinizin yeni yılını kutluyorum, partililerinizin’ diye. 31 Mart’ta birinci parti olduk. Artık birinci partiye düşer. Nisan ayının ilk haftasının veya ikinci haftasının başında. Malum bayram vardı. Bayramda Erdoğan dahil bütün liderleri aradım. Bana düşer, birinci partiyim artık. Kin gütmek bana düşmez. Birinci partiyim. Bir bayram telefonunu bütün partilerin seçmenlerine ve üyelerine hürmeten aramak lazım. Bunu da telefonda Sayın Erdoğan’a söyledim. ‘Bana düşerdi ben aradım’ dedim. ‘Uygun görürseniz bir randevu talep ederek, Çankaya Köşkü’nde, Meclis’te ya da partinizde sizi ziyaret etmek isterim’ dedim. Yani sarayın bizim açımızdan biliyorsunuz durumunu. Bunu size söylüyorum, orada demedim. Zaten üçünü söylediğinizde orada anlaşılıyor, nerede istediğiniz. Kendileri bana bir randevu vereceklerini, memnun olacaklarını söylediler. Bir ziyarete gittim. Sonra da iadeyi ziyaret yaptılar, geldi. Bana gazeteciler sorduğunda, ‘Eskiden cenazede bile el sıkışılmıyordu, şimdi Anıtkabir’de bir el sıkışma gördük. Şimdi bir ziyaret olacak, buna ne diyorsunuz?’ dediklerinde, dedim ki ‘Normali bu. Normalleşiyoruz. Çünkü ülkenin birinci partisi diğer partilerin liderlerine bayramlaşma, şehit cenazesi gibi acının en ortak ve yüksek olduğu yerde bir taziye vermekten kaçamaz ve kaçmamalı. Normali bu’ dedim. Bunun dışında ne yumuşama, ne eylemden geri durma. Şu bir yılda 193 il ziyareti ve 22 halk buluşması, tematik mitingler filan. Hele hele bir yerel seçimden sonra 9 ayda 9 tematik miting. Bunlar normal bir muhalefet performansı değil. Burada hakkımızı versin herkes yani. Ama adı normalleşme olunca bazen algı ile olgu yer değiştiriyor. Nerede yumuşamışız? Nerede yapmamız gerekenden bir adım eksik atmışız, bir adım geriye atmışız? Bir santim eğilmişiz, bir kelime eksik söylemişiz? Yapmadığım hakaret etmek. Çünkü Uğur Bey, Sayın Dündar ben sahayı iyi okuyan bir siyasetçiyim. Kendinle bir konuda övünebilirsin dersen, ben seçmenin duygusunu okurum arkadaş. Okuyorum. Ben yedi yaşında saksıcı Ahmet Amcanın yanında, Hatuniye Camii’nin arkasında saksı, testi, tohum satarak, yazları çıraklık yaparak büyüdüm. Ben yedi yaşından beri para alır, para veririm. Para üstü veririm. Tohum tartarım. Testi satarım. Karşımdakinin duygu durumunu, müşterinin duygu durumunu bilirim. Kendim eczacıyım sonra akademik bir meslek ama hasta ilişkileri, insan ilişkileriyle ilgili bir meseledir. 23 yaşından beri meslek siyasetinin içindeyim. 30 yaşından beri parti siyasetinin, 33 yaşından beri aday olarak siyasetlerin içindeyim. Benim kadar il gezen, ilçe gezen, el sıkan ve vatandaşla birebir konuşan bir başka lider yok. Şimdi geçmiş dönemde partimde benden daha çok bunu yapan bir siyasetçi yok. Bütün arkadaşlar bunu biliyordur. Ben 2019 seçimlerinde 60 günde, 41 ilde, 247 aday tanıtmışım.”

“KAVGA ONUN İŞİNE GELİR, BENİM GELMEZ”

“Seçim zamanları oluyor. Gece uyanıp ‘Sabah neredeydik şimdi, nerede yattık’ diye çok oluyor. Seçim zamanları yedi miting, altı miting çok şey oluyor. Benim gördüğüm, sahadaki okumayı bilirim. Bu konuda kendime güvenirim. Bu yüzden eğer anne ile baba kavga ediyorsa evde çocuk ne yapar, kulaklarını tıkar ve bazen şöyle bağırır. ‘İkinizi de duymak istemiyorum’. Bu otoriter liderlerin işine gelen bir şeydir. Bakın kavga varsa, çocuk kulağını tıkıyorsa, Tayyip Erdoğan ile Özgür Özel kavga eder de seçmen kulağını tıkarsa bu Tayyip Bey’in işine gelir. Neden? Özgür Bey’in partisinin sözü kuvvetli. ‘ÖTV’siz, KDV’siz mazot’ diyecek, ‘asgari ücrete zam’ diyecek, ‘bu emekli maaşıyla geçinilmez’ diyecek. ‘Sen zenginlerin pandemide aldığı kredinin faizi sabit de esnaf kefalet kredilerini 9 ile verdin, 25’e niye çıkardın’ diyecek. Ya da ‘neden bu çiftçiye gayrisafi milli hasılanın yüzde 1’ini verecekken, hak ettiğinin beşte birini veriyorsun’ diyecek. ‘17 liraya çay fiyatı mı olur’ diyecek? ‘Geçen sene pamuk kaça satıldı, bu sene 22’ye sattırıyorsun’ diyecek. ‘Fındık fiyatı böyle mi olur, 130 lira’ diyecek. Diyecek de diyecek yani. Kavga onun işine gelir, benim gelmez.”

“NORMALLEŞME, LİDERİNİ AŞARAK PARTİNİN SEÇMENİNE ULAŞABİLMEKTİR”

“Ben hareketle, kişisel şeyle, polemiklerle değil 31 Mart sürecinde de ne dedim. İki kişiye, üç kişi pardon. Sürekli Erdoğan ve Bahçeli hakaret edip, ‘Yok DEM’leniyorsun, yok bilmem nesin’. Ne dedim? ‘Sizinle kavga etmeyeceğim. Edeceksem de emekli ve emekçi için edeceğim. Esnaf ve çiftçi için ederim’ dedim. 31 Mart seçiminde partimizin aldığı hem kapsayıcı Türkiye İttifakı söyleminin, hem de polemik yerine dönüp doğru meseleleri konuşmanın, adayı anlatmanın, örneğin işte Kilis adayı Hakan. Pırıl pırıl bir avukat. O adayı anlatmanın. Denizli Büyükşehir Belediye Başkan adayı, il başkanlığımızı yapmıştı ama kimse böyle bir performans beklemiyordu. Onu anlatmanın. Ferdi Zeyrek’i anlatmanın, Ahmet Akın’ı anlatmanın, Amasya Belediye Başkanımızı, Kastamonu Belediye Başkanımızı, Afyon, Uşak’ı anlatmanın yerine ne didişeceğim onunla? Diyeceğim ki, gideceğim Afyon’a, alacağım mikrofonu, o bana sabahtan bir şey söylemiş. Ben de ona bir şey söyleyeceğim. Ben orada adayımı anlatırım ya. Ben orada emeklinin sorununu anlatırım. İlk mitinglerde yüzde 25 emekli geliyordu, son mitinglerde emekli mitingine döndü bizim mitingler. Ne oldu? Emekliler en ağır cezayı kesti Erdoğan’a. O yüzden bu normalleşme meselesi, lideri de aşarak o partinin seçmenine ulaşabilmektir. Devlet Bey’e rağmen MHP’li yoksulla konuşabilmektir. Erdoğan’a rağmen AK Partili işsizle konuşabilmektir. Bu tematik mitingler, mesela kitlesel büyük mitingler yapalım. Bir milyonluk mitingler. Cumhuriyet mitingleri gibi mitingler yapalım. Şimdi onu yapınca o kutuplaşmaya katkı sağlıyor. Ama senin yaptığın tematik miting ne yapıyor biliyor musun? Hep ben şöyle bakarım. Rize’de duruyorsun. AK Partili birisi miting meydanının yanından geçiyor. Ben de bağırıyorum ‘Çayın fiyatı kötü’ diye. Eğer ben orada Tayyip Bey ile kavga ediyor olsam Rize Meydanı’nda bana diyecek ki ‘Hadi oradan, hemşerime laf ediyor’. Ama çayın fiyatını söylediğimde ‘Biraz daha bağır Özgür Özel, biraz daha bağır’ diyor içinden. Meydana gelmese de Rize’de ‘Benim bu çay fiyatı hemşerilerinizi üzüyor Sayın Erdoğan bu fiyata bu çay olmaz, bu fiyatı yükseltin’ dediğimde miting meydanından daha çok etrafta izleyenler alkışladı. Bir miting yapıyorsunuz, örneğin mazot fiyatlarını protesto ediyorsunuz. Anlattığınız mesele akaryakıt fiyatlarına gelen zam. MHP’li bir taksi şoförü geçerken oradan ‘Hadi oradan bölücüler’ demiyor. Diyor ki ‘Bağırın biraz daha bağırın ya’. Meselenin özü bu.”

“VATANDAŞLA NORMALLEŞME DEVAM EDECEK”

“Normalleşme liderlerini ve partilerin yönetimlerinin, normalleşme budur ve bu devam edecek. Kim ne görmüş? El sıkışmışız. Girdik içeriye, tutanakları var. Büyükelçimiz de tutanak tuttu, karşı taraf da tuttu. Koydu zarfa, bir sonraki genel başkanı vermek için. Kasaya da koyduk, bir tanesini de Genel Sekreter’e teslim ettim. Partinin arşivine koydum. 28 Şubat paşalarında af yetkisi Cumhurbaşkanındaydı, her şey bitmişti. ‘Bu yetkinizi kullanmanızı bekliyorum’ dedim, bu. Diyorlar ki, ‘yargıya müdahale et dedi’. Kör cahil bunu söyleyen. Yargı margı kalmamış, hüküm kesinleşmiş. Önünde duruyor, Adli Tıp raporu var. ‘Bu yetkinizi kullanmanızı bekliyorum’ dedim. Gezi’yi anlattım, Tayfun’un mağduriyetini anlattım. Tayfun benim partimin üyesi, partimin. Tayfun’un üye kartını şimdi istedim, eşi Meriç Kahraman ulaştıracak bana. Cebime koyacağım, Tayfun çıkana kadar cebimde taşıyacağım. Benim partimin üyesi Silivri’de yatıyor. Neden yatıyor? Anayasa tanımazlıktan yatıyor. Hatay’ın seçtiği milletvekili Silivri’de yatıyor, anayasa tanımazlıktan. AİHM kararlarına rağmen Kavala, Silivri’de yatıyor. Bakırköy Kadın Cezaevi’nde iki kardeşimiz boşu boşuna yatıyorlar. Bir tanesi çekmediği belgesel yüzünden, bir tanesi açmadığı banka hesabı yüzünden yatıyorlar. Ben bunları söyledim, belgeleriyle söyledim. ‘Bunları çözerseniz çok doğru bir iş yaparsınız’ dedim. Ama dışarıda bunları söylemedim mi? Dışarıda da söylüyorum. Emeklinin, emekçinin, esnafın memurun sorunlarını söyledim, çözüm önerilerini söyledim. Onlar da bana anayasa söylediler. Ben de dedim ki, ‘Mevcut anayasaya tam uyarsanız anayasa konuşulabilir. Ama anayasaya uymuyorsanız olmaz’ dedim. Şimdi tutmuşlar normalleşme sanki Erdoğan’la… Ben ayrıca sırf Erdoğan’la değil Bahçeli’ye de gittim, ziyaret ettim, görüştüm... Sanki Erdoğan’la koalisyon kurma, ittifak kurma, 22 yılda yaptığı yükün altında partiyi sokma… Hiç böyle bir şey yok, bunların tamamı tezvirat. Ama normalleşme, vatandaşla normalleşme devam edecek.”

“KİŞİSEL İLİŞKİLERİ DEĞİL DİPLOMATİK İLİŞKİLERİ ÖNCELEYEN BİR TUTUM BEKLİYORUZ”

Trump’ın yeniden başkan seçilmesinin Türkiye ve Ortadoğu politikalarını nasıl etkileyeceğini değerlendiren Özel, “Öncelikle kendisine başarılar diliyoruz. Amerika’daki halk seçimlere gitti, bir karar verdiler ve beklenenden yüksek farkla Trump seçildi. Başarılar diliyoruz. Türkiye - Amerika ilişkilerine katkı sağlayacak bir dönem olmasını ümit etmek isteriz. Tabii geçen dönem çok çalkantılı bir dönemdi. Aslında dünya görüşleri, tavırları birbirine çok benzeyen iki lider olmakla birlikte Sayın Erdoğan ve Sayın Trump, çok çalkantılı günler yaşandı. Örneğin Rahip Brunson krizi yaşandı. O dönemde içinde olduğumuz F-35 projesinden son derece haksız bir şekilde çıkarıldık. CAATSA yaptırımları söz konusuydu. Özellikle ‘Senin ekonomini mahvederim’ diye tweet atıp, o tweet‘ten sonra da dünya piyasalarında Türk bonolarına karşı ve Türkiye’deki piyasalardaki birtakım aktörlerin agresif tutumlarıyla büyük çalkantılar yaşadı piyasalar. Zaten Amerikan başkanının ‘Senin ekonomini mahvederim’ tweeti yetiyor Türkiye’de borsanın dibe çakılmasına, dövizin fırlamasına. Bunun yanında Türkiye’nin Barış Pınarı harekatına mesela karşı çıktı. Ve hep bir gerginlik ortamında geçti ama daha sonra ilişkiler ikili ilişkiler noktasında biraz onarıldı. Tabii bizim çok onurumuzu kıran şeyler de oldu. Hatırlayın, ‘Bu can bu bedende durdukça olmaz. Ver papazı, al papazı’ deyip, o papaz dediği ‘Fetullah Gülen’i vermeden alamazsın’ deyip bir tehditten sonra özel jetle, jet hızıyla Amerika’ya yollandı ve oval ofiste poz verdiler nispet yapar gibi. Mesela bu kötü. F-35 projesinin ortaklarındanız. Bizi kapının önüne koydular, teslim edilmeye hazır F-35’lerimiz var, vermediler. Allah bilir İsrail’e verdiler o F-35’leri. Bizim F-35 ler, en çok İsrail’e teslim edildi ya. Teslim edilmeyi bekleyen F-35’ler gitti, hangardaki F-35’ler gitti yani. Şimdi bunun yanında F-35 projesinde, F-16’ya göre daha çok daha gelişmiş, çok özel bir uçağı hem de işte 30 yıl var arasında, almak varken F-16’ların yeni serileri için ya da modernizasyon kitleri için yalvar yakar olduk. Böyle süreçler yaşadık. Ulusal onurumuz gerçekten çok zedelendi. Bunda tabii Sayın Trump‘ın siyaset yapış biçimi kadar Sayın Erdoğan’ın siyaset yapış biçimi de söz konusu. Çünkü kişisel değil, kurumsal ilişkiler önemlidir. Türkiye’nin çok deneyimli kadrolarına, ‘Monşerlerin diplomasisini reddediyorum’ deyip ‘Şirket yönetecek gibi ülkeyi yöneteceğim’ dedikten beri o diplomatik, başarılı meslek memurluğundan başlayarak gelmiş olan kişilerin deneyimleri dışlandı dışlanalı Türkiye önemli sıkıntılar çekiyor ikili ilişkilerde. Amerika’yla olan ilişkiler de böyle. Tabii ama siyaset geriye bakma değil, ileriye bakma işidir. Bizim bundan sonraki süreçte işte yapılacak ilk seçime kadar Türkiye’yi yöneteceği için Sayın Erdoğan’dan da Sayın Trump’tan da yapıcı, müttefiklik ilişkilerine uygun, Türkiye ile Amerika’nın karşılıklı çıkarları gözeten ve Türkiye’nin yaşadığı ciddi mağduriyetleri ortadan kaldıracak bir tutum bekleriz. Tabii esas umudumuz nedir? Ukrayna’da ve Filistin’de yaşananların son bulmasıdır. Ukrayna işi daha kolay gözüküyor. Çünkü Trump, Ukrayna’nın desteklenmesini eleştiriyordu. O konuda birazcık, birazcık, adım adım geriye gidecek gibi ama orada da şöyle bir endişe var. Bu sefer bu Putin’in bir kazanımına, Putin’in Ukrayna karşısında bir zaferine dönüşebilir. O yüzden orada da dengeli olunmasında fayda var. Ama özellikle Filistin’de tabii seçim sürecinde çok kötü görüntülerdi; Harris‘in taraftarları İsrail bayraklarıyla falan geziyor. Yahu bu İsrail’in savunulacak, tutulacak tarafı mı kalmış? Bebek katilleri, çocuk katilleri, kadın katilleri… Neler yapıyorlar? Şimdi Trump’ın bu İsrail meselesinde daha ortadan bir tutumu vardı. Çünkü neden? Müslüman oyları da belirleyiciydi. Bu Müslüman oylarına yönelik olarak baktığımızda da mesela Michigan eyaleti müslümanların ve Arapların en yüksek olduğu eyalet. Kafa kafaya seçim sonucu alınacak eyaletlerden biri derken 90 bin farkla Trump kazandı. Demek ki Filistin konusunda Harris’e göre biraz daha tutarlı diyeyim, çünkü onun da övülecek tarafı yok. Hiçbirinin birbirinden bizim gözümüzde çok büyük bir farkı yok ama daha dengeli bir siyaset tuttuğu için ama Müslümanların oyu için… İsrail meselesinde mesela Trump‘ın belki İsrail’e karşı net bir tutumunun katkı sağlayıcı olmasını umut ediyorum. Şimdi sonuçlar gerçekleştikten sonra ileriye doğru bakacağımız durumda bunları konuşmak gerekiyor. Bunun yanında bu F-35 projesi hiç değilse F-16’ların, yeni F-16’ların alınmasına engel çıkarılmaması önemli. Bu durum Türkiye açısından nasıl bir fırsata dönebilir? Doğru bir ilişkilenme boyutu kurulabilirse… Şimdi Senato‘da da çoğunluğun ele geçmesi ile beraber, eskiden işte Trump ‘Yapayım’ diyordu da oradan engel çıkıyordu, partisi ile olan ilişkilerini de doğru yönetebilirse Trump, Türkiye aleyhine olan bir takım kararların çıkmaması, lehine olan birtakım kararların çıkması gibi şeyler söz konusu olabilir. Bu ilişkilere bu anlamda ümitvar bakmak isterim. Yani bugünün önümüzdeki tablosunda ileriye dönük bakacağımız iş bu. Görünen o ki Erdoğan daha bir yıl mı yönetir, iki yıl mı yönetir? Ama ben bu süreçte birazcık kurumsal ilişkilere de önem verilmesini, engin deneyime sahip dış politika uzmanlarımızın, büyükelçilerimizin, geçmiş dönem büyükelçilerimizin… İlk seçime kadar Erdoğan yönetir, sonra biz yöneteceğiz. Erken seçim bekliyoruz tabii. Ben seneye kasım ayına erken seçim çağrısı yapmışım. Ama diyeceğim o ki akılcı gidilirse Trump‘ın da işte ‘Efendim içe kapanacağız’... Zaten oy almasının en önemli şeylerinden bir tanesi. Dünyanın her bir tarafına asker yollama, dışarıda fabrikalar ve bilmem neler yerine ‘Ekonomiyi Amerika’da güçlü kılacağız, parayı dışarlarda harcamayacağız’ meseleleri. Belki İsrail’in aldığı o inanılmaz askeri yardımları bir miktar azaltacaktır, dengeli bir politika noktasına gelebilecektir. Olumlu yanlarından bakıp bu meseleyi doğru bir ilişki biçiminde sürdürmek lazım. Tabii Erdoğan Biden’dan bir dönemi boyunca Beyaz Saray‘a bir davet bile almadı, çok uğraştılar, çok gayret ettiler, yok. Hep uluslararası toplantılar marjında, o toplantıların içinde ya da marjında yapılan bir takım görüşmeler ayarlandı. Yok ayakta karşılaşmalar, yok bir odada 10 dakika sohbetler falan. Beyaz Saray’da ağırlamadı. Trump’tan bir Beyaz Saray randevusu alabilir, o ziyaret sırasında yapılabilirse birtakım kazan - kazan ilişkileri kurulabilirse Türkiye’nin lehine olur. Burada lütfen diplomasiye önem verilsin. Kişisel ilişkiler Trump gibi inerli - çıkarlı, Sayın Erdoğan gibi de ondan geri kalmayan psikolojisinde inerli - çıkarlı ve bir anda hızla restleşen liderler, her iki tarafa çok şey kaybettiriyor. O yüzden hem ulusal onurumuz zedeleniyor sonra tükürdüğümüzü yaladığımızda. Hem de bir takım beklentiler karşılanmadığında. Dirayetli, kararlı, onurlu, özgüvenli ama diplomasiye olanak açan, kişisel ilişkileri değil ülkeler arasındaki diplomatik ilişkileri önceleyen bir tutum bekliyoruz” ifadesini kullandı.

“DEMOKRASİ KARŞISINDA HUKUKSUZ BİR İŞ VARSA BUNDA PARTİ AYRIMI OLMAZ”

Özel, kayyum atamalarının sürmesi durumunda Cumhuriyet Halk Partisi’nin tavrının ne olacağının sorulması üzerine, “Tabii kayyum meselesi çok ciddi bir mesele. Birincisi, Türkiye demokrasisini 80 yıl geriye götüren bir şey. Türkiye, 80 yıldır belediye başkanlarını, insanların seçtiği, verdikleri oylarla şehirleri kimin yöneteceğine karar veren bir ülkeyken ve bu Cumhuriyet Halk Partisi’nin çok partili rejime geçmesi ile birlikte yarışla olurken, hiçbir dönem hiçbir süreçte kimse böyle bir şeye cüret etmemişken, tenezzül etmemişken bu iktidar kazanamadığı belediyeleri kayyum eliyle ele almak… Ya da kendisine oy vermeyen Kürt seçmeni özellikle cezalandırmak ve bütün belediye meclis üyelerine de… Bir kere normalde bir suçu olursa belediye başkanının suçu kesinleştiğinde düşüyor zaten, o zaman da belediye meclisinden seçiliyor. Ama bir kanun hükmünde kararname ile bunu eğer suçlama terörse yargılama beklenmeden, yani suçlandığı anda kayyum atıyor. Belki beraat edecek. Mahkemenin kararını beklemeden atıyor ve onun yerine de belediye meclis üyeleri içinden seçmek yerine onlara ‘Siz de hepiniz teröristsiniz’ diyor. Beş kişilik bir kurul atıyor, yoluna bakıyor. Bugün Esenyurt‘ta yapılan bu. Ahmet Özer üç büyük yalanla kayyum atandı. Esas şey şu, Kürtlere kızıyorlar, ‘Esenyurt’ta neden CHP’nin adayına oy verdiniz?’ diye. Hatta iddialar var, yalanlar var. Onu da göstereyim bakın. Üç büyük yalan var. Ahmet Özer DEM’lidir yalanı… 10 yıldır üye Ahmet Özer. Milletvekili adayı olduğunda benim odama gelip destek istemiş kişidir yani. ‘Remzi Kartal‘la görüştü’ diyorlar... İddiası var, kanıtı yok. Ne günü belli, ne saati belli. Oysa iki AKP’linin; biri Ayşenur Bahçekapılı, birisi Hüseyin Yayman. Birisi hala milletvekili, birisi de Meclis başkanvekilliği yapmış. Oturdular, yemek yediler Remzi Kartal‘la birlikte. Dün de bu hatırlatıldığında Meclis’te enteresan bir diyalog olmuş. Ali Mahir Başarır ‘E burada oturuyor Remzi Kartal‘la yemek yiyen’ deyince söz almış, kendini savunacak. ‘Ben onu gazeteci ve akademisyen kimliğimle yaptım’ demiş. O telefon görüşmesinin yapıldığı iddia edilen 10 yıl önce de bizim Ahmet Özer akademisyenden başka bir şey değil ki. Belediye başkanı olduktan sonra görüşmemiş. 10 yıl önce görüşme yaptığı iddia ediliyor. Günü, saati, tarihi belli değil. Üçüncü büyük yalan; hesabına kaynağı belirsiz para geliyor… Yatan para kızının kira bedelidir, ispatlandı. Şimdi bu kişiye kayyum atadılar. Ayrıca Mardin gibi Ahmet Türk gibi ömrü ‘barış’ demekle geçmiş, ömrü ‘çözüm’ demekle geçmiş, ömrü ‘kardeşlik’ demekle geçmiş birisine kayyum atadılar. 1973’te CHP milletvekili. Ben daha hayatta yokken iki dönem CHP’de milletvekilliği yapmış. Yani ben hayatta yokken başlamış, ben küçücük bebekken de ikinci dönemini yapmış çocukken de. İki dönem SHP’de yapmış, iki dönem DEM Parti ya da işte önceki isimleriyle BDP‘de, HDP‘de yapmış. Defalarca belediye başkanı seçiliyor, kayyum atıyorlar. Bir kan davasının çözümlenmesi için bir barış yemeğinde, cumhurbaşkanı yardımcısıyla birlikte oturmuş. Bizim buradaki meselemiz şu; hangi parti olduğuna bakmayız. 2011’de çok yakından hatırlayacaksınız. CHP’nin de o günkü, bugünkü DEM’in de MHP’nin de milletvekilleri tutukluydu. Biz ayırmadan üçüne bir gidiyorduk, ayırmadan rapor yazıyorduk. Çünkü demokrasi karşısında bir iş varsa, hukuksuz bir iş varsa bunda parti ayrımı olmaz. Ben gittim ve Mardin’de zaten ziyaret edeceğim Ahmet Türk’ü TUSAŞ’ımıza yapılan saldırıdan dolayı etmemiştim, yarım kesip Diyarbakır’dan dönmüştüm, ziyaret ettim. Dedim ki, ‘Mardin’in şehr-i emininin kim olduğuna Tayyip Bey değil, Mardinliler karar verir.’ Bu konudaki tavrımız da son derece net” diye konuştu. Özel, şunları kaydetti:

“PARTİ AYIRMADAN DEMOKRASİ NOKTASINDAN BU İŞİ SAHİPLENİYORUZ”

“Tabii bu işi kriminalize etmeye çalışanlar var. ‘Yok efendim DEM’in otobüsüne çıktı’. Otobüs sivil bir otobüs. ‘Efendim Tuncer Bakırhan’la birlikte miting yaptı.’ Tuncer Bakırhan ben gitmeden önce aynı otobüsün üstünden konuşmuş, inmiş. Ben Ahmet Türk‘le birlikte çıktım, yanımda Tuncer Bakırhan yok. Şimdi bu konuşma yapıldığında ben uçaktan iniyor ve geliyordum. Ben gittiğimde gördünüz hava kararmıştı. Ancak indik, ancak yetiştik. DEM Parti’nin eş başkanları konuşmalarını yapmışlar, inmişler. Otobüs sivil bir otobüs, otobüs DEM Parti’nin otobüsü falan değil. Ayrıca ‘DEM Parti’nin otobüsüydü bilmem neydi’ yalanına ihtiyaç yok. Orada üstüne çıkan Ahmet Türk‘le dayanışma için çıkıyor. İnmişler. Biz gittik hatta Ahmet Türk kıyamam dedi ki, ‘Otobüs sizin’ dedi. Dedim, ‘Başkanım olur mu, birlikte çıkalım’. Belki onunla birlikte bile görünmek istemeyeceğimi, ‘Olur mu böyle bir şey?’ dedim. Diğer eş başkanımız Devrim Hanım, onu da aldık, birlikte çıktık, eşlik ettiler sağ olsunlar. Konuşmamı yaptım, ellerini tuttum, dedim ki ‘Mardin’in iradesinin arkasındayım’ dedim. Bunda çekinecek hiçbir şey yok. Yarın MHP’li belediyeye kayyum atasınlar, ona da giderim. Türkiye Belediyeler Birliği adına Ekrem Bey ziyaretler gerçekleştirdi. Türkiye Belediyeler Birliği’nin encümeninde, yani bana gelen heyette İYİ Partili var, DEM’li var, Yeniden Refah’lı var, CHP’li var. Diğer partilere AK Parti ve MHP’ye de teklif ettik, yapmadılar. Bunlar belediyeleri kazanınca hepsini kendine alıyorlardı ya, biz paylaştık. Şimdi burada parti ayırmadan demokrasi noktasından bu işi sahipleniyoruz, sahiplenmek durumundayız. Mesele milli irade hırsızlığıdır, mesele hazımsızlıktır. Bir de Uğur Bey, bu kayyumlar şimdi… Ne desem az… Mardin’in bir önceki kayyumu, hani Süleyman Soylu atadı onu. Güya kayyumdan millet memnun diye gezerken efendim kuyumcu çağırıyor, bir kuyumcu çağırıyor. ‘Size bir tesbih hediye edebilir miyim?’. Süleyman Soylu seçiyor, tesbihi alıyor. 39 bin lira fatura kesmiş. O gün dolar 3,5 lira. Bugün dolar 35 lira, yani bugünkü parayla 390 bin lira ‘Süleyman Soylu‘ya hediye tesbih’ diye fatura var ya. Bir kelime çıkıp da demiyor. İki ihtimal var. 390 bin liraya tesbih mi olur? Olamaz da 3 bin liralık bile olsa Mardinli’nin, o kadar yoksul bir kentin parasını Süleyman Soylu’nun cebine sokmak ne rezil bir durum. Alana da rezalet, verene de rezalet. Ama kim bilir o 390 binin içinde neler var? Bütün bakanlara, cumhurbaşkanı yardımcılarına, oradaki kayyuma, o kuyumcu 400 küsur bin liralık, bugünkü 4 trilyon liralık fatura kesmiş.”

“KAYYUM BELEDİYECİLİĞİ TÜRKİYE’Yİ PERİŞAN DURUMA GETİRECEK”

Özel, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na kayyum atanması ihtimaline ilişkin olarak, “Hiç tavsiye etmem bunu. Biz ne yapacağımızı çalıştık uzun uzun. Ne yapacağımızla ilgili ilk dakikadan itibaren, parti ne yapacak, il ne yapacak, diğer iller ne yapacak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi ne yapacak, Ekrem Bey ne yapacak? Gün gün, dakika dakika bir dört hafta kadar seri toplantılarda çalıştık, duruyor. Ama biz bunu olası ve olanaklı görmüyoruz. Böyle bir şeyi ihtimal dahilinde gören bir tondan herkesi uzak durmaya davet ediyoruz. Ama öyle bir şeye kalkıştıkları takdirde, bakın bugün yaptıkları bile Türkiye’ye büyük kötülük. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Yerel Yönetimler Komite Başkanı kınama mesajı yayınlamış. Türkiye Raportörü Atina’dan meseleyi eleştiren bir şey yayınlamış. Bir tane bankanın efendim kredi notu B+’dan BB-’ye yükseldi diye havalara uçuyor herkes dört gözle bakıyor. Bu siyasi değerlendirme raporları çok önemli. Türkiye’deki kayyum belediyeciliği Türkiye’yi bir kez daha bütün dünyada perişan bir duruma getirecek. Ekonomiye çok ağır maliyeti var. Bu kadar yoksulluk, bu kadar işsizlik bu kadar açlık, bu kadar sefalet varken bu ülkeye bunu kimsenin yapmaya hakkı yok. İşin ekonomi politiği açısından da. Türkiye artık böyle Tanzanya‘yla falan anılan bir ülke haline geldi. Olmaz böyle bir şey. Böyle işleri yapmamaları lazım. Türkiye demokrasi endekslerinin tamamında baş aşağıya gidiyor. Bu ülkeye böyle yaparsanız yatırım gelmez, para gelmez, turist gelmez, yaptığınız ihracat değerini bulmaz, kapılar yüzümüze kapanır. Bunu yapmamaları lazım. Hele hele yani dünyanın en bildiği Türkiye’nin metropolü İstanbul’a böyle bir şeye yeltendiklerinde Türkiye ekonomisini çekip alnından vursunlar daha iyi. Böyle saçmalık olmaz. Biz böyle bir şeyde onlara yaptığını yanlarına bırakmayız. Ama şunu hatırlatırım, bir kez daha hatırlatırım. Siz bu hazımsızlığı 2019’da yaptınız. Kazanılmış seçimi göz göre göre iptal ettirdiniz ve o iptal edilen seçimden sonra tekrar sandığa gittik. Fark 13 binken 806 bine çıktı bu milletin ferasetiyle, çünkü haksızlığa uğrandı. Bu millet bunu affetmez. Siz size yapılanı… Erdoğan Siirt’te bir şiir okudu, ceza aldı. Dört ay hapiste yattı, üç buçuk ay hapiste yattı. Çıktı, millet onun o mağduriyetine karşı kurduğu partiye çok önemli bir destek verdi. O Erdoğan gitti Siirt’ten… CHP’nin Sayın Rahmetli Baykal‘ın desteğiyle, halen tartışılır, milletvekillerimiz istifa ettirildi karşılıklı. Bir ilin milletvekili olmayınca o ilde hemen seçim yenileniyor. 60 gündü o zaman, 60’ıncı günde yenilendi. Erdoğan Siirt’ten önce milletvekili oldu, partisinin geldi genel başkanı olarak başbakan oldu milletvekili olabildiği için. Ve anayasa değişti bu arada, muhtar bile olamıyorken. Sonra da gidiyor şimdi o Siirt’in seçtiği belediye başkanına kayyum atadı geçen sefer. ‘Siirt üçlemesi’ diyoruz biz buna. Şimdi sen kendin İBB Başkanı iken görevden el çektirilmişsin, onun mağduriyeti üzerinden buralara gelmişsin yürümüşsün. Şimdi bir başka İstanbul Belediye Başkanına bunu yapmaya kalkıyorsun. Vallahi bu millet sana çıktığından beş kat fazla sahip çıkar” ifadesini kullandı.

“NEYİ ÖRGÜTLEYECEĞİMİZİ HAYAL BİLE EDEMEZLER”

Özel, “Bir şey söyleyeyim, gerçekten siyasetin buralara kadar gelmemesi lazım ama Tayyip Erdoğan, Ekrem İmamoğlu‘nu cumhurbaşkanı yapmak istiyorsa bu işlere kalkışır. Kendi bile anlamaz nasıl bir desteğe dönüştüğünü, nasıl çığ gibi büyüdüğünü bu işlerin. Birazcık sokağı biliyor olması lazım, kendi aldı bu desteği. Onu o şiirden dolayı mahkum etmeselerdi, hapse koymasalardı Recep Tayyip Erdoğan’ı bu noktalara gelmesi mümkün müydü? Şimdi aynı yanlışı yapıyor. Yapacaksa biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, A’dan Z’ye onları buna elbette demokratik sınırlar içinde kalarak, tepki ve protestonun demokrasi içinde, demokrasi rejimi içindeki sınırları içinde kalarak tepkimizi de göstereceğiz. Ama neyi örgütleyeceğimizi hayal bile edemezler. Bin pişman olacaklarına eminim. İçlerindeki varsa halen daha sakin düşünebilenler Erdoğan’a bu hatayı yapmaması noktasında telkinde bulunsunlar. Benim tavsiyem odur” ifadesini kullandı.

“BAHÇELİ ZATEN ARTIK AĞZINDAN BAKLAYI ÇIKARDI”

Cumhur İttifakı ortakları arasında çatlak olduğu iddialarını değerlendiren Özel, “Ben şuna çok dikkat ediyorum. Bir siyasi partinin genel başkanı siyaset yorumcularına, gazetecilere düşecek işlere kalkışmaması lazım. Ben o işe mezun değilim; çatlak vardır, odur budur. Ama bir gerçek var. Yapılan iş neyse bu yapılan işin iyi niyetle, samimi yapılmadığına çok eminim. Bütün ihtimalleri göz önünde bulundurduğumuzda şu çıkıyor Uğur Bey. Zaten artık ağzından baklayı çıkardı Sayın Bahçeli. Şimdi Sayın Bahçeli diyor ki, ‘Abdullah Öcalan gelsin’, DEM kürsüsü diyor ama DEM ile MHP kürsüsü aynı kürsü bu arada. ‘O bu kürsüden’ diyor, ‘konuşsun’ diyor. ‘Ve örgüt silah bıraksın, kendi de umut hakkından yararlansın’. Bir kere o kısmında hukuki bir sorun var. Umut hakkı meselesi… Umut hakkından yararlanmadan çıkıp oraya gelemez. Bir affa uğraması lazım. O öyle bir şey değil. Umut hakkıyla ilgili meseleyi de tersinden kuruyor ama sanki ‘İşime gelirse umut hakkından yararlansın’ falan gibi. Bir kere bu iş en olmayacak lafı en başta söylemek, samimi ve sonuç alıcı bir süreç tarif etmekten çok uzak. Biz CHP olarak şöyle koyduk; Meclis’te olmalı, bütün partilerin katılımına açık olmalı, samimi olmalı, şeffaf olmalı ve toplumsal mutabakatlı olmalı. CHP olarak da ilk gün Bahçeli konuştuktan bir saat sonra kürsüdeyken söylediğim sözü tekrar ediyorum. ‘Bizim kırmızı çizgimiz toplumsal mutabakattır ve şehit ailelerinin ve gazilerin gözünün içine bakamayacağımız hiçbir şeyin içinde olmayız’ dedik. Onları da ikna edecek bir çatışmasızlık, bir silah bırakma, şehitlerin gelmemesi, annelerin gözünün yaşının dinmesi ama şehit ailelerinin de rencide edilmemesi, onların da rızasıyla, onların kabul edebileceği... Şimdi Abdullah Öcalan‘ı hiçbir şey yok, hatta deniyor ki, ‘Kürt sorunu yoktur, Abdullah Öcalan gelsin konuşsun, serbest kalsın ya da villasına çekilsin, o sırada da anayasa değiştirelim, Tayyip Erdoğan da bir daha seçilsin.’ Bir kere burada şu var. Ben böyle bir şeyde şehit ailelerinin gözünün içine bakamam. Toplumsal rıza dediğimiz, Meclis dediğimiz… Ama belki MHP‘si ile CHP‘si ile, AKP‘si ile, DEM’iyle, İYİ Partisi ile Meclis odaklı bir çözüm masasında demokratik teamüller sırasında, bütün aktörlerin yapacağı uygun mecra ve mercilerden uygun zamanlarda yapacağı çağrılarla, katkılarla silah bırakılır da Türkiye’de şimdiye kadar 1,5 trilyon dolar harcadığımız bu terör belası biterse ne ala. Burada açığız ama bu işi olmayacak bir yerden ortaya atmak sorunlu bir kere. Bunu görmek lazım. O yüzden bundan… Erdoğan biliyor muydu? Vallahi geçen gün ağzından baklayı, bir kere Erdoğan Devlet Bey’i övdü, övdü, övdü. Ve bunun tarihi bir fırsat olduğunu söyledi. Demek ki destekliyor. Böyle oradan buradan şimdi şey yapıyorlar ama demek ki destekliyor. Sonuçta Devlet Bey ‘Sözlerimin arkasındayım’ dedi. Aynı paragraf içinde şunu söylüyor; ‘Ne olur Abdullah Öcalan gelse, konuşsa, umut hakkından yararlansa ve anayasa değişse, Recep Tayyip Erdoğan yeniden seçilse’ diyor adam ya. Gözümüzün içine baka baka. Yani ‘Bir al-ver ilişkisine girelim’ diyor. Şimdi tecrit sürüyor diyorlar. Denen o ki, ‘Abdullah Öcalan tarif edilen sürece bir garantör, bir garantör devlet talep ettiği için tıkandı ve kayyumlar ondan geliyor’ diyorlar. Bilmiyoruz, bu konuda da herhangi bir şeffaflık yok. Meclis’te olsa bilirdik. Zaten en büyük garantör Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Garantör devlet falan… En büyük garantör Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Milletin ta kendisidir” ifadesini kullandı.

“ERDOĞAN İLK SEÇİMDE ÖNCEKİ CUMHURBAŞKANINA DÖNÜŞECEK, O KADAR”

‘Meclis’in dışında arayış söz konusu olabilir mi?’ sorusunu yanıtlayan Özel, “Kesinlikle olabilir, oluyor zaten. Uğur Bey ben görüyorum, gözümün önünde oluyor. Bu kadar söz… Erdoğan ile Bahçeli… Devlet Bahçeli çıkacak, ‘Abdullah Öcalan gelsin burada konuşsun’ diyecek. Bu bir diyalog kurulmadan, süreç yönetilmeden yapılabilecek bir iş değildir. Sonra, dört yıl sonra kardeşi gidip görüşecek, ama oradan gelen mesaj bir memnuniyetsizlik yaratacak ki yeniden tecrit kararı alınacak, yeniden üç ay görüşme yasağı kararı alınacak ve pat pat pat kayyumlar atanacak. Böyle çocuk mu kandırıyorlar yani? Ama meselenin özünde şunu kaçırmamak gerekiyor. Resmen ‘Kürt sorunu yoktur’ dedi ya, kürk sorunu var. Erdoğan’ın kürk sorunu var. Öyle Kürtlerle dostluk değil. Dost aramıyorlar, post arıyorlar; Erdoğan’ın postunu. Bir de bu özgüven nedir ya? Neyinize güveniyorsunuz siz, Sayın Erdoğan ve Sayın Bahçeli? Erdoğan’a… Ben anayasa değişikliğinin sonuna kadar karşısındayım, bunu söyleyeyim. Kişiye özel anayasa değişikliğinin de. Aday olsa sanki seçilecek. Neyi ile seçilecek? Bu kadar saçma sapan bir süreçten sonra. Milletin gözünden düşmüşsün, gönlünden düşmüşsün. İnsanlar yoksul, aç, perişan. Ayrıca da bu ülkenin 40 bin kişisi bu terör belası yüzünden canını vermiş. Nasıl olacak şimdi? Nasıl olacak da ‘Biz Abdullah Öcalan ile konuştuk, bilmem ne’.. Hadi bir daha aday olsun. Onu da becerdik, bir şekilde anayasayı değiştirdik. Biz orada yokuz. Bir daha söylüyorum. ‘Erdoğan aday olacak, seçilecek’. Bu ne özgüven ya… Siz 31 Mart’ta milletin attığı tokattan ders almak yerine halen daha dikine dikine gidiyorsunuz. Milletin seçtiklerine kayyum atıyorsunuz. 12 bin liralık emekli maaşı, ocak ayında 10 bin lirayken 25 kilo dana kıyma alıyordu. 12 bin 500 yaptılar, 17 bin yapılması gerekiyordu. Şu anda 20 kilo dana kıyma alıyor. Asgari ücret 17 bin liraydı. Bugün satın alma gücü olarak ocak ayının 10 bin lirasına düştü. Siz bu millet bu haldeyken ‘Erdoğan’a bir daha hak olsun, seçilecek.’ Bu böyle yani tuhaf bir özgüven de değil ya. Bir algı yönetimi yani. Nereye seçilecek? İlk seçimde Erdoğan diye bir şey yok. Erdoğan ilk seçimde önceki cumhurbaşkanına dönüşecek, o kadar” ifadesini kullandı.

“CHP'Yİ GÜNAHI KADAR SEVMEYEN KÖŞE YAZARLARI CHP UZMANI OLMUŞ”

Cumhuriyet Halk Partisi'ni DEM parti ve Kürt sorunu üzerinden marjinalleştirmeye yönelik ifadeleri eleştiren Özel, “Bir kere çok dikkatli olmamız lazım. O dediğim şu. Kararı bunlar alıyor. Kanunsuz, zaten anayasaya aykırı kararlar alıyorlar. Kanunsuz emirler veriyor. Her birisi bizim canımız ciğerimiz olan polisimizi, jandarmamızı dikiyorlar. İnsanlar da kızgın, tepkili, o binaya girmek istiyor bilmem ne. Karşımızda polis. Orada istenmedik bir görüntü beni de çok üzer, milletimizi de çok yaralar. Neden? Bir kere ben hep şöyle düşünürüm. O polisin bir anası, bir babası, evde bekleyen bir kızı var. Televizyonda babasını uygunsuz bir halde görmemesi lazım. O yüzden ‘Buna çok özen gösterin’ diyorum. Yani ‘Tepki ve protesto haktır. Sonuna kadar kullanın.’ Ama polisin, jandarmanın anasını babasını, eşini düşünün. Akşam eve gidince eşinin yüzüne bakacak. Ve o kararı veren vicdansızlar bunu düşünmüyorlar. Ve o polis, ekmeğinin peşinde. ‘Efendim o da polis olmasa’. E açlıktan mı ölsün, var üç tane çocuk, iki tane çocuk. ‘Haydi ben bu emri uygulamıyorum’ dedi. Kaskı çıkardı attı. Sen mi vereceksin iş? Maalesef bu gerçekleri görelim. O yüzden çok dikkat etmek lazım. Efendim olmadık montajlar falan yapıyorlar. Bunlar yalan tabii ama uyanık olmak lazım. Mesela bir toplantıda tutar oradan bir ajana bir poster açtırırlar falan. ‘Buna dikkat edin’ diyorum örgütümüze. Bir de sağlam durmak lazım. Ne görüyoruz? Köşe yazıları... Günahı kadar CHP'yi sevmeyen meşhur, meşhur köşe yazarları olmuş CHP uzmanı. ‘Efendim CHP'de iç karışıklık’... Yok öyle bir şey. Bir, bin 300 kurultay delegesi en anlaşamadığımız yerde 36'ya bin 200 hep biriz. Geri kalan maddeler de oy birliğiyle geçmiş. İki, Meclis grubu kamptan güçlenerek çıktı ve herkesin ağzındaki ortak laf ‘birlik, beraberlik, partinin güçlenmesi’. Sahada sorunumuz yok. Şimdi gördüler ki neler yaptılarsa partiyi düşüremediler. Neler yaptılar? Önce ‘Anayasa değişikliği’ dediler. Demin anlattım ‘Yokuz’ dedim. İkinci aşamaya geçtik. 4 maddeyi tartışmaya açtılar. ‘Normalleşme CHP'ye yarıyor. Normalleşmeyle CHP'yi bitirdin’ diye teğmenlerin kılıç çatmasına olmadık soruşturmalar açtılar. Bizi böyle germeye ve çizgimizin dışında bir şeyler yapmaya zorlayıp milletin gözünden düşürmeye çalıştılar. ‘İsrail Türkiye'ye saldıracak’ dediler. Gizli oturumda maskelerini düşürdük. Verdikleri kanun teklifini bile geri çektiler. Savunma sanayi ile ilgili. Şimdi tutmuşlar ‘Abdullah Öcalan'ı getirelim’ diyorlar. Bu süreçlerin hepsi, gündemi CHP belirliyor ya, gündemi ele almak ve kendi anayasa gündemleriyle birlikte milleti meşgul etmek üzere kurdukları oyundan. Şimdi köşe yazıları yazılacak, dikkatli olun. Sahte anketler sürecekler. CHP'nin oyu... Ne düşecek CHP'nin oyu? Bir ankette 2 puan düşer, öbür ay 4 puan çıkar. Ne düşecek? CHP'nin oyu niye düşecek? ‘Apo’yu getir’ diyen ben miyim? ‘Gelsin Meclis’te konuşsun’ diyen ben miyim? Ben ‘Bu şehit ailelerini incitir’ diyorum. ‘Kürt sorunu çözülmesin’ mi diyorum ben peki? Hayır. ‘Kürt sorunu vardır ve çözülsün’ diyorum. ‘Mecliste olsun. Açık olsun. Şeffaf olsun. Tam mutabakatlı olsun.’ Buna kim, niye kızsın ya? Orada ilk başta derken ben demişim ki ‘Devlet Bey el yükselt diyormuş. Ben de el yükseltiyorum. Kürtlere devlet verelim.’ Bunun bu kadarını kesmiş siyasi yan kesici bir parti, tek ümidi bu olan; ‘Özgür Özel böyle yapacakmış.’ Cümlenin devamını izlemiyor musun? Sen bu milleti ahmak mı sanıyorsun? Özgür Özel diyor ki ‘Her Kürt'ün kendini Türkiye Cumhuriyeti'nin sahibi hissettiği, eşit vatandaş hissettiği, sorunlarının çözüldüğü yarınları vaat ediyorum. Gelin bir olalım’ diyorum. Bu partinin oyu niye düşsün?” ifadesini kullandı.

“ÇİZGİMİZ TÜRKİYE'NİN ÖNÜNÜN AÇILMASI İÇİN EN DOĞRU ÇİZGİ”

Özel, Milliyetçi Hareket Partisi'nden 2014-2019 döneminde Dumlupınar Belediye Başkanı seçilen Niyazi Tezcan’ın “Genel Başkan Sayın Özgür Özel Bey'e çok selam. Dik dursun. Tanıdığım birçok ülkücü arkadaşımla yanındayız” mesajının canlı yayında okunması üzerine, “O kadar çok geliyor ki. Bu çok samimi bir mesaj” dedi. Özel, “Ya şimdi ülkücüler belli bir konuda Devlet Bahçeli’nin meseleyi nereden alıp nereye getirdiğini ve bunu Erdoğan'a endekslediğini görünce büyük bir kopuş yaşıyorlar. Elbette Devlet Bahçeli’nin söylediği söze bir saat bile vaktimiz yoktu. Danışabildiğimiz herkese danıştık. Yani burada bir pozisyon açıklamak durumundayız. Varıp da grup toplantısında bu konuya girmemek Erdoğan gibi… Çok cesur ya Erdoğan, sekiz gün konuşmuyor bakıyor, olmaz. ‘Partimizin tutumu, geçmişteki bu tutumuyla uyumlu. Böyle, böyle, böyle bir şey yapalım’ diye. Ben o konuşmayı yapmadan önce Mansur Başkan'la konuştum, Ekrem Başkan'la konuştum, ‘Önceki MYK üyelerimizden bir fikir alınsın’ dedim, mevcut MYK’nın fikrini sordum 1,5 saat içinde. Üç grup başkan vekilimize ‘Toplanın bir karar oluşturun’ dedim. Hepsinin önerilerini aldım, aldım, aldım, aldım. Zaten kendi kafamda mevcut birikimimizle grup başkanvekilliğinden partimizin ne dediği ve doğru pozisyonu, inandığı pozisyonu vardı. Bir de benim bu çatışmalı süreçler noktasında okumuşluğum, konuya ilgi duymuşluğum var. Ve çıktık konuşmamızı yaptık. O günden bugüne de bakın o gün söyleyip de bugün terk ettiğimiz hiç bir söylem yok, hiç bir söylem yok. Ve bizim o gün ortaya koyduğumuz çizgi, bu ülkenin Kürt sorununun barışçıl yoldan çözülmesi ve Türkiye'nin önünün açılması için en doğru çizgidir. Bugün yapmazlarsa, bunu kendi yöntemleriyle yapmaya çalıştıklarında yine felaket yaratacaklar. Türkiye'ye hiçbir yararı olmayan bir şey” ifadesini kullandı.

“PARTİYİ TARTIŞTIRIP, ERDOĞAN'IN TEKNESİNE SU TAŞIMAYA ÇALIŞANLAR VAR”

Parti içinde olağanüstü genel kurultay hazırlığı iddialarını yanıtlayan Özel, “Şimdi şöyle, bunu tüzük kurultayı öncesinde de söylediler. Hatta Parti Meclisi’nden tüzük kurultayı kararı alsam seçim maddesi eklenmiyordu. Parti Meclisi tam oylayacaktı. ‘Durun arkadaşlar’ dedim. ‘Bunu oylarınıza sunmuyorum. Bu kararı Genel Başkan yetkisiyle ben alıyorum. Sebebi de..’ dedim. ‘Siz alırsanız seçim maddesi eklenemiyor. Ben alırsam delegelerin belli bir miktarı seçim isterse seçim maddesi ekleniyor.’ O özgüvenle gittik kurultaya. O kurultayda ‘Efendim bazı maddeler düşebilir’. Yani ‘Özgür Özel'in savunduğu, hazırladıkları bu tüzüğün karşısındaki oy, kendi oylarından fazla olabilir’ deniyordu. En yüksek alınan karşı oy 39. Ben 35 il başkanıyla girdiğim kurultay salonundan 81 il başkanıyla çıktım. O 81 il başkanı ‘Bu tüzük bizim tüzüğümüz’ dedi ve tam destek verdiler. Bizim böyle bir sorunumuz yok. Böyle bir sorun varmış gibi gösterip, partiyi tartıştırıp, Erdoğan'ın teknesine su taşımaya çalışanlar var. Bunlar saray güdümündeki trol ordularının komutanları. Bazıları maalesef yönettikleri sosyal medyalarla, sosyal medya hesaplarıyla güya Kemal Bey'e destek veriyormuş veya onun adına yapıyormuş gibi yapıyorlar. Kemal Bey’e de en büyük zararı bunlar veriyorlar. Kemal Bey bunlara tenezzül edecek bir kişi değildir. Ama geçmişte Kemal Bey'e oy vermemiş, hatta kirli bağlantıları olan, geçmiş bağlantıları olan bir takım tuhaf adamlar, kimi İstanbul'da kimi Ankara'da kimi orada burada, sürekli böyle bir şey pompalıyorlar. Bu neye yarar biliyor musunuz? ‘CHP kurultayların peşinde olan bir parti’… Eylül ayında iki puan düşürmeyi bunlar böyle başardı. CHP içe dönerse büyük mücadeleyi kaybeder. CHP eğer büyük mücadeleyi kaybederse Türkiye geleceğini kaybeder. Ekrem Bey'le aramızdaki mesele, Barış Özel'le aramızdaki mesele varsa, Ekrem Bey'le de var. Kardeşimden ileri bir diyaloğum var. Bir abim yok yaşça benden birkaç yaş büyük. Bir abim olsaydı herhalde Ekrem Bey'le aramızdaki ilişkiden daha iyi bir ilişkim olmazdı. Şimdi bana yakışmaz. Ekrem Bey'in bana mesela dün, evveli gün attığı böyle olumsuz şeylere karşı attığı birlik, beraberlik, dayanışma, birlikte başarmaya olan inanç, kendini ve beni motive eden, ‘Bu zor günleri bu ülkeye biz açtıracağız. Birlikte omuz omuz açtıracağız’... Ekrem Bey'in partililiğinin zekatı, bu lafı çıkaranlara yeter de artar bile o kadarını söyleyeyim” ifadesini kullandı.

“ÜLKESİNİ SEVEN HERKESTEN RİCAMDIR ÜLKENİN GERÇEK SORUNLARINI KONUŞSUN”

Cumhurbaşkanı adaylığı tartışmalarıyla ilgili konuşan Özel, “Cumhuriyet Halk Partisi'nin aday tartışması yapması CHP'ye yaramaz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ismi geçen adayları, belediye başkanları ve son derece başarılılar, yoğun bir tempoları var, işlerine odaklılar ve işlerini iyi yapmalılar ve yapıyorlar. Burada sürekli onları iki aktör varmış da iki yumurtadan biri kırılacakmış gibi göstermek fevkalade yanlıştır. Ayrıca Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak gönlümden geçen bu adayın belirlenmesinde, ‘Bir kendim aday değilim’ dememin sebebi şudur. Ben aday olursam objektivitemi kaybeder, kişisel hırslara kapılır, başka adayların önünü keser ve Türkiye’ye geleceğini kaybettirebilirim, kendimi bundan ilk günden men ettim. İlk günden... Benden kimse kurultay salonunda ‘Aday mısın?’ diye sormadı. ‘Değilim’ diye de oy istemedim. Aday olsam olurum ama ben kendi hırsımın, ihtirasımın Türkiye’ye bir seçim kaybettirmesine izin vermeyeceğim. Bunu kızım İpek için yapıyorum, kimse için değil. Hepimizin evlatlarının geleceği için yapıyorum. Bu şartlarda adayı tek başıma da belirlemeyi doğru bulmam. Veya bir grup arkadaşımla ya da sadece oturup Parti Meclisiyle, milletvekili grubuyla… Resmileşmesi milletvekili grubunun oylarıyla olacak. 1,5 milyon üyemiz var, onlara danışmak… Veya kamuoyu araştırmaları ve onların birlikte veya yaptırdığımız kamuoyu araştırmalarıyla, seçmen yoklamalarıyla, önseçimle, en büyük mutabakatla aday belirlemek, en doğru şekilde belirlemek istiyoruz. Biz bu yola, bu iktidarı değiştirip Atatürk’ün partisini birinci parti yapmak üzere çıktık. Biz ‘değişim’ diyerek çıktığımız yolda, geçen yaz sizinle de yaptığımız mülakatlarda şunu söyledik. ‘Kurultay kazanmanın peşinde değiliz.’ Elbette kazanacağım. Yüzde 92 İzmir’de değişime olan talep, Türkiye ortalaması yüzde 83. Resmi rakamlar, anketler ortada. ‘Sahada bu kadar kesin bir değişim talebi varken, delege bunu duymazdan gelemez’ dedik ve dediğimiz oldu. Şimdi de şunu söylüyorum. Biz bu yola, değişime çıkarken partide bir değişim yaratmak evet ama Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisini iktidar yapmak için çıktık. Recep Tayyip Erdoğan’a bir daha seçim kaybetmemek üzere çıktık. İlk girdiğimiz seçimde ilk sözümüzü tuttuk. Ben Recep Tayyip Erdoğan’a karşı, Genel Başkanız ikimiz de, 47 yıl sonra partimi birinci parti yaparken, 22 yıl sonra ilk kez o ikinci parti oldu. O yüzden çocuk oyunu değil bu. Öyle ‘İki yumurtayı vuralım vuralım, kırına kıralım. CHP bunu konuşsun’... Herkes aklını başına alacak. ‘CHP seçimi kazanmak istiyorsa bunu konuşsun’ diyorlar ya aha bunu konuşsun; AK Parti’den önce emekli maaşı, asgari ücret, öğrenci bursu kaç çeyrek altındı, şimdi kaç çeyrek altın? Kaç kilo dana kıyma alıyordu, şimdi kaç kilo alıyor? O günlerden bugünlere ne hallere geldik? Bunları konuşsun. Aday konuşmak AK Parti’ye yarar. Yoksulluk, işsizlik, güvencesizlik, haksızlık konuşmak Türkiye’ye yarar, CHP’ye yarar. Bunu konuştukça güçleniyoruz. Kendi içimizdeki tartışmalara gittikçe zayıflıyoruz. Bütün üyelerimizden ve ülkesini seven herkesten ricamdır, ülkenin gerçek sorunlarını konuşsun. (Ekrem Bey ile Mansur Bey’i itilaf haline getiremeyecekler diyorsunuz) Hayır niye gelsin? Bir kere Ekrem Bey de çok iyi bir partili, çok iyi bir milliyetçi, çok iyi bir Cumhuriyetçi. Mansur Bey de. Ekrem Bey de Mansur Bey de Cumhuriyet Halk Partililer. Partinin verdiği karar hepimizi bağlayacak. Bu kararı en doğru şekilde vereceğiz. Ama bir daha söylüyorum. Biz kavga etmek, didişmek üzere değil Atatürk’ün partisini iktidar yapmak üzere geçen yıl bir yola çıktık, o yolda yürüyoruz” ifadesini kullandı.

“30 BİN LİRANIN ALTINDA ASGARİ ÜCRET SEFALETTİR”

Özel, asgari ücrete zam konusuyla ilgili olarak, “Öncelikle şunu söyleyeyim. Bu ülkede ekonomi o kadar kötü yönetildi ki olmayacak iki açmazın içine düştük. Bir, döviz kuru bizler için çok yüksek, ihracatçımız için çok düşük. Bu yüzden Türkiye ihracatçıları, özellikle başta tekstil olmak üzere ihracatçıları çok zorluyor. İkincisi de asgari ücret. Alan için çok düşük, veren için çok yüksek. Çünkü maalesef ürettiğimiz ürünlerde yüksek katma değerli ürünler olmadığı için Türkiye’de ihracatın yüzde 4,5’u yüksek katma değerli, örneğin diğer ülkelerde 10-12-14 diye gidiyor. Bir mucize Vietnam, yüzde 32’lere kadar çıkmış durumda yüksek katma değerlide, ‘Vietnam mucizesi’ diyorlar. Şimdi siz cep telefonu üretip satıyor olsanız, Finlandiya’nın asgari ücretiyle sizi mukayese ederler. Onu mukayese ederler ve sizin asgari ücretiniz o düzeylerde olsa olur. Ama siz penye ihraç ettiğiniz zaman Mısır’daki asgari ücret, Türkmenistan’daki asgari ücret, hatta çok daha küçük ülkelerin asgari ücreti bile başınıza dert oluyor. Böyle bir zorluk var ve burada insanlar öyle haksızca, o kadar düşük bir asgari ücrete zorlanıyorlar ki asgari ücret 17 bin 2 lira. Verildiği gün 17 bin 2 liraydı, bugün o verildiği günkü alım gücüyle 10 bin liraya düştü, korkunç bir şey. Şimdi bu asgari ücrete enflasyon oranında zam yapacaklarken, yapılması gerekirken ve üstüne büyüme payı, refah payı verilmesi gerekirken ‘Beklenen enflasyon hatta daha altında’ diye eveleme, geveleme... 21 bin lira gibi bir asgari ücret telaffuz ediyorlar, bu olacak iş değil. Olması gereken asgari ücretlinin hissettiği enflasyon var. O ne tüketiyorsa, çok basit şeyler tüketiyorlar ve maalesef onlar çok pahalı. Asgari ücretli TÜİK’in baktığı pinpon topunu tüketmiyor, bakır kablo tüketmiyor. Asgari ücretli beyaz peynir tüketiyor, ekmek tüketiyor, ayçiçek yağı tüketiyor, çocukları için mama tüketiyor. Zorunlu gıda... Çocuk bezi tüketiyor. Burada yüzde 80’e varan bir enflasyon var. Zaten TÜİK’in rakamları ile bile yüzde 50’deyiz şu anda. Ne diyorlar manşet enflasyonda. Şimdi geldiğimiz nokta şu, eğer biz bu asgari ücretliye 35 bin lira vermezsek aslında bu işin bir kurtarırı yok. Ama en geri, en geri ben yeni yeni cesaretlenen Türk-İş’e, Hak-İş’e, DİSK’e diyorum ki ‘30 bin liranın altında bir asgari ücreti kabul ederseniz, sizden her ay daha eline almadan maaşını sendika aidatı kesiliyor. Bu kitlelere büyük haksızlık yapmış olursunuz’. O yüzden hep beraber en az 30 bin liralık, hatta sloganı da şu olsun; ‘Talep 30, altında biz yokuz’. Onun altında bir asgari ücret olursa Türkiye’de genel grev olacak, olsun. Ne diyorsa sendikalar onun arkasında hep beraber duralım. ‘Bunun altında bir asgari ücrette Türkiye’de hayat durur’ diyelim. Bunu Hak-İş de desin, Türk-İş de desin, DİSK de desin, CHP de desin. Bence MHP de desin, Saadet de desin. Bu iş olsun. Ama MHP muhalefetteyken en yüksek asgari ücretleri öneriyordu, şimdi susuyor. Ya geçen ocak ayı itibariyle 10 bin liralık alım gücüyle insanlar şu anda perişan durumdalar. O yüzden biz 30 bin lira asgari ücret istiyoruz. Bu talebi dillendireceğiz. Her fırsatta bundan sonra asgari ücrette 30 bin lira olduğunu söyleyeceğiz. Bu konuda mitingler yapabiliriz, çağrıyı büyütebiliriz. Bu çağrıya kulak versinler. 30 bin liranın altında asgari ücret sefalettir. İnsanların hakkı, 35 bin lira aslında. Çünkü arada da zam verilmedi, bir sürü şey var. Ama hiç olmazsa yüzde 80 asgari ücretlinin hissettiği enflasyonu 17 bin liraya uyguladığınızda yaklaşık 30 bin lira oluyor. Bu beklentiyi diri tutmak lazım” diye konuştu.